Marta her zaman bitkileri sevmiştir. Eski aile evindeki küçük odası, çiçekler ve eski kitapların kokusuyla dolu, küçük bir seraya benziyordu. Her sabah, yeşil ve çiçekli hazinelerini kontrol etmekle başlıyordu. Ama kızın kalbi, doğum gününde aldığı küçük bir bonsaya aitti – narin bir ağaca.
Bonsayı babası Japonya'dan getirmiş ve bunun “hayallerin ağacı” olduğunu söylemişti. Marta bunu duyduğunda gülmüştü, ama yine de her akşam onun yanında oturup gizli arzularını paylaşıyordu.
Babasının ölümünden sonra her şey değişti. Üvey annesi, soğuk ve otoriter bir kadın, keskin, sigara kokulu sesi ve ağır bakışlarıyla evin her köşesini işgal etti. Marta'yı bazı belgeleri imzalamaya ikna etti, bunların “formalite” olduğunu söyleyerek. Marta küçük yazıları okumadı, çünkü güvendi...
Kız kendine geldiğinde, artık çok geçti: evsiz, parasız ve mirassız kalmıştı. Elinde sadece birkaç elbise, eski bir günlük ve o bonsai kalmıştı. Üvey annesi onu kapı dışarı etti.
O akşam, Marta ucuz bir hostelde yalnız başına otururken, kendini yıkılmış hissediyordu. Bonsayı seyrediyor ve babasının sözlerini hatırlıyordu: “Bu ağaç senin koruyucun. Ona iyi bak.” Aniden, bakışları seramik saksıdaki garip bir çatlağa takıldı. Martha dikkatlice toprak ve eski kil parçalarını kazımaya başladı.
Toprak tabakasının altında, köklerin arasında küçük bir paslanmaz çelik kapsül buldu. Eller titreyerek kapsülü açtı: içinde gümüş rengi kağıda sarılmış bir flash bellek vardı. Küçük bir kağıt parçasına şöyle yazılmıştı: “Gerçek hazine, aramadığın yerde bulunur. Ben de anneni böyle buldum. Ona çok benziyorsun. Seni seviyorum”...
Bir internet kafe buldu, eski bir dizüstü bilgisayarı açtı ve flash belleği taktı. Ekranda uzun sayı ve harf dizileri belirdi — kripto cüzdanına erişim. Bakiyesini gördüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı — bir milyon dolardan fazla USDT.
O anda tüm hayatı gözlerinin önünden geçti: üvey annesi, kayıp hayalleri, boş bir hostel odasında geçirdiği soğuk geceler... Ve aniden — umut.
Şehrin üzerindeki gece yaz sıcağı ve kokulu ıhlamur ağaçlarının kokusuyla doluydu. Marta uzun zamandır ilk kez kendini canlı hissetti. Akdeniz kıyısındaki küçük bir kafede oturduğunu hayal etti.
Kaderin omzuna hafifçe dokunduğunu hissederek gülümsedi. Belki de gerçek hazineler eski sandıklarda değil, sevgi ve inancın olduğu yerde saklıydı.
Akşam güneşinin ışınları boş kafe salonunu yumuşak altın ışıkla dolduruyordu... Marta biliyordu: onun hikayesi daha yeni başlıyordu.